Filistin Dramı

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça 2023-07-31

Filistin Dramı

Filistin Dramı

Prof.Dr Ahmed AĞIRAKÇA

Hz. Peygamber’in 23 yıllık peygamberlik müddetinin ve 23 yıllık namazlarının 14 yılını ona doğru yönelerek kıldığı mukaddes mekan, etrafı mübarek kılınmış mescid ve kutsal şehir Kudüs, kırk yıldan beri işgal altında... İslam’ın Hz. Ömer devrinde fiilen teslim aldığı bu peygamber mirası mukaddes Kudüs 1099 yılında haçlılar tarafından ilk işgaline uğradığında İslam dünyası aynen bugüne benzer büyük sıkıntıları yaşıyordu. O dönemlerde İslam hilafeti aslî otoritesini kaybetmemekle birlikte büyük bir idari za’fiyet içine düşmüş ağırlığını kaybetmişti. O gün de İslam dünyası aynen bugün gibi birçok devletten meydana gelmekteydi. Hatta bu devletler birbiriyle uğraşmakta ve birbirlerinin hayatına kastetmeye çalışmaktaydılar. İşgal bu sıkıntılı ortamda gelmiş ve 1099 dan 1187 yılına kadar tam 88 yıl sürmüştü. Bu müddet içinde İslam dünyası büyük bir hüzün yaşadı. Kudüs adı geçtiğinde kimsenin yüzü gülmez olur, ağzını bıçak açmazdı. Hatta büyük devlet adamı Salahaddin el-Eyyubî’nin yüzünden hüzün döküldüğünü gören ilim adamları ve devlet ricali Salahaddin’e İslam’ın tebessüme verdiği önemini anlatıp tebessümün faziletinden söz ettiklerinde onlara son derece anlamlı ve o günlerde İslamî endişe taşıyan bir Müslüman’ın duygularını gerçek anlamıyla yansıtan şu sözlerle cevap vermişti: “Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da gülebilir, Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat uyku uyuyabilir, Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat bir yemek yiyebilir ve rahatça bir su içebilir…” İşte bugün de o gündür. Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da Kudüs’ün esaretini düşünmeyebilir…Nasıl olur da bu işgale karşı tavır takınmayabilir… Nasıl olur da Siyonizm’e ve İsrail işgal kuvvetlerinin katliamlarına karşı direnen Filistinlileri yalnız bırakabilir… Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da bu işgalin kalkması için bir taş atmaktan üşenebilir. Kudüs ve Filistin işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da yediği ekmeğinin yarısını Filistinli bir kardeşiyle paylaşmaktan uzak durabilir… Kudüs işgal altında iken, siyonizmin zulmü bütün ecrâmıyla devam ederken, her gün bir çok Müslüman kadın ve çocuk hatta bebekler hayatını kaybederken bir Müslüman nasıl olur da bu olaylar karşısında suskun kalabilir. Filistindeki bu dram karşısında bütün bir ümmet olarak ayağa kalkmak, Kudüs ve Filistin için haykırmak zorundayız. Bu altmış yıllık işgal ve dramın verdiği dert ve kederin altında ezilmeden bilinçli bir Müslüman tavrıyla suskunluğumuzu giderecek zafer meşalelerini ateşleyelim. “Farzet ki körsün, bir taş al ve at…” diyen merhum şair Cahid Zarifoğlu’nun bu dizeleri kulaklarımızda çınlamalı… Kudüs’ün işgalden kurtulması ve bu zulmünsona erdirilmesi için bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Bu zalim Siyonist ırkçı ve faşist işgal, ilk Haçlı işgalinde olduğu gibi seksen sekiz yıl mı sürecek… Bu müddetin kırk yılı geçti deyip de oturup bir kırk sekiz yıl daha mı bekleyeceğiz? Yoksa bu ümmetin ilk kıblesi olan bu mübarek şehri mutlaka ve ne pahasına olursa olsun özgürlüğüne kavuşturmak için bize düşen görevi yerine getirecek miyiz? Yahudiler kırk yıldır devam eden işgal ile bu mübarek şehri Yahudileştirmek ve asıl kimliğinden sıyırarak İslâm’dan ve Müslümanlardan temizlemek için hile ve tuzaklar kuruyorlar. Yahudiler bu mazlum halka karşı yaptıklarını bütün dünyanın gözü önünde yapıp ettikleri halde cümle âlemin gözünün içine bakarak yalan söylüyor ve dünya halkını aldatmaya devam ediyorlar. Teröre karşı saldırı yaptıklarını iddia edip sivil halkı ve bebekleri katlediyorlar. İşgal kuvvetleri bu Müslüman şehri Yahudileştirerek kutsal mekan mescid-i Aksa’yı zaman içinde yıkıp yerine Süleyman mabedini kurma planlarını sürdürmektedirler. Ama bütün bu sıkıntı ve işgalin getirdiklerine rağmen Kudüs ve bütün filistin halkı altmış yıldan beri direniyor. 7 Haziran 1967 den beri süren bu kırk yıllık yakın kuşatma ve işgale rağmen direnen bir Müslüman Kudüs vardır. Açlığa, işsizliğe, ölüme ve saldırılara karşı bütün azmiyle direnerek Yahudileştirilmek istenen Kudüs, gün geçtikçe daha da bir İslamî kimliğe bürünüyor. Aksa’nın koruyucu melekleri, taş atan ebabil kuşları, her gün biraz daha şahlanarak güç kazanıyorlar. Direnişin sembolleri olan bu çocuklar, gençler ve kadınlar tarih yazıyor. Şehadet onlar için bir kültür olmuş ve aynı zamanda dünya ve ahrette bir şeref olarak kabul edilmektedir. Salahaddin’in yanında Hıttin’de başarıya giden ve büyük bir ekseriyeti Artuk oğulları ve Zengilerden yani güneydoğulu Müslümanlardan oluşan muttaki ve yiğit direniş ordusu bugün aynen direnmeye devam ediyor. Bu işgal kırk yıldır sürerken Yahudilerin kırk yıldır süren saygısız hülyaları her gün biraz daha sönüyor. Bütün dünyayı arkasına alıp İslam’ı ve Müslümanları Kudüs’ten atmaya çalışan Yahudiler her gün biraz daha Mescid-i Aksanın altını oymaya ve çökertmeye çalışırken dışarıdaki direnişin önüne geçemiyor. Bu mübarek mekân ve mescidin altını bir köstebek yuvasına çevirmişken, Müslümanların gözünden uzak bir hafriyatı yeraltında gözden kaçırarak sürdürmeye çalışırken dışarıdaki ümmet evladının direnişine engel olamayan Siyonistler zaman zaman çılgına dönüyorlar. Kırk yıl geçti ama ne yazık ki Kudüs hâlâ esir ve bir türlü özgürlüğüne kavuşamadı. Filistin dertli ve muzdarip katliamlar yaşıyor. Bugün için bu işgali kıramıyor ve Kudüs’ü ve Filistin’i özgürlüğüne kavuşturamıyorsak da hiç olmazsa özgürlük ve direniş meş’alelerini yakalım…İşgal altındaki mukaddes şehrimiz Kudüs için her bir Müslüman’ın yapabileceği şeyler vardır…Bu ümmetin ilk kıblesi olarak mutlak surette özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğine ve bu özgürlüğün de kaçınılmaz olarak Müslümanlardan başka kimsenin görevi olmadığına göre işte bu görev bize, hepimize tüm dünya Müslümanlarına, bütün İslam ümmetine düşmektedir. Bu dava sadece Filisitinlilerin veya sadece Arapların davası değildir. Bu dava bütün İslam ümmetinin davasıdır. Bu davaya sahip olmak her Müslüman ferdin görevidir. Hz. Peygamberin söylemiyle üç kutsal beldeden ve üç mübarek şehirden birisi olan Kudüs ve Mescid-i Aksa Yahudi işgali altında sonsuza kadar kalmaması gerektiği bilincini her zaman kuşanmış olarak hazır durmamız lazım. Bu şehrimizin bir an evvel özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini hiçbir an zihnimizden çıkarmamalıyız. Bu bizim asli görevimizdir. Filistinli direnirken, sıkıntı çekerken, zulüm ve işkence görürken, her gün evlerinde saldırıya uğrarken, evleri başlarına yıkılırken, Filistinli çocuklar yıkılan evlerinin enkazı içinde okul kitaplarını ve oyuncaklarını ararken ve onlar bütün bu olanca zulme karşı direnip taş atarken, bundan dolayı da yetim kalırken, öksüz bırakılırken, annesi veya babası zindanda yaşarken, yollardan toplanıp Siyonist zindanlara atılırken ve Muhammed Dürre gibi babasının kucağında öldürülürken, Ahmet Yasin gibi cami çıkışında tekerlekli sandalyesinde şehid edilirken, Prof. Nizar Reyyan ailesinden 10 kişi ile çoluk çocuğu ile evleri bombalanırken, Said Siyam kardeşi, oğlu ve yeğenleriyle birlikte yok edilirken biz Türkiyeli Müslümanlar olarak rahat koltuk ve yataklarımızda uzanıp keyfimize bakamayız. Filistinliler bedel ödedi, can ve kan kaybettiler. Başta Gazze’de olmak üzere her yerde yapılan bu katliamların yanı sıra şehid edilenler içinde her biri bir dünyaya bedel yiğit Müslümanlar vardır. Fethi Şikaki’yi, Yahya Ayyaş’ı, Halil el-Vezir’i, Ebu İyad Salah Halef’i, Cemal Mansur’u, Salahaddin Derveze’yi, Cemal Selim’i, Mahmud Ebu Hanud’u ve Büyük Mücahid Ahmet Yasin ile Halefi Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi’yi, Prof.Dr.Nizar Reyyan’ı içişleri bakanı Said Siyam’ı şehid verdik. İşte bu şehidler için işgal edilmiş bir toprak parçamız için kutsal bir mescid için bir şeyler yapmak zorundayız. Hiçbir şey yapmasak en azından Kudüs’ün işgalinin kırkıncı yılı münasebetiyle bu işgali gündeme getirip Yahudilerin zulmünü kınamalıyız. Bu konuda yazı yazabilenlerimiz yazmalı, söz gücü olanlarımız bunu kitlelere anlatmalı, hiçbir şey yapamıyorsak 7 Haziran gününden itibaren Kudüs’ün işgalini gündeme getirip tüm Müslümanları uyarmalıyız. Kudüs’e karşı kimse bigane kalmasın… Kırk yıldır Yahudiler Kudüs’ün doğusunda tek bir Yahudi yokken şimdi de önemli bir kısmında zorbalıkla yerleştiler. İşgalden yirmi gün sonra Kudüs’ün doğusu ve batısıyla İşgal devletinin başkenti olduğunu ilan ettiler. O tarihten beri bu mukaddes şehrin demografik yapısını değiştirip Yahudileştirmek için şehrin haritasını altüst ettiler. O tarihe kadar Müslümanların büyük bir çoğunluğu oluşturduğu şehrin doğusunda İslamî miras ve kültürü silmeye çalıştılar. Şehrin dışında kalan Yahudi mahallelerini şehrin içine alan bir kararla Kudüslü olmayan Yahudileri zorla bu şehrin sakinleri yaptılar. Şehri Yahudileştirme planları çerçevesinde İslamî vakıflar üzerindeki baskılar ve Müslümanların mallarına el koymak suretiyle tam bir işgal kuvveti zorbalığıyla şehrin her şeyini tersyüz ettiler. Ama bu olup bitenlerin hiç birisi hukuka uygun olmayıp zulüm örnekleri sergilenerek gerçekleştiriliyordu. İşgalden hemen sonra Yahudilerin yaptığı ilk iş mescid-i Aksa’nın yanıbaşındaki el-Mağaribe mahallesini işgal ederek orada yaşayan Fas ve Cezayirli mücavir Müslümanların evlerine el koyarak ilk kazı işlerini başlattılar. Diğer Müslümanların ve hatta Hıristiyanların oturdukları ev ve sokakları zorla boşaltarak buralara Yahudi okulları açtılar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi zulmün en şiddetlisine girişerek işgalden iki yıl sonra Mescid-i Aksa’yı ateşe vererek kısmen tahrip edip Salahaddin el- Eyyubî’nin yadigarı olan minberi ateşe verdiler. Bu saldırıların sonu gelmedi, hala devam ediyor. Kudüs’ün yarası hala kan akıtıyor… Toprakları işgal edilmiş bir halk yok edilmek üzere iken direnip de hakkını aradığı için bunların adı “terörist” veya “militan” olmuştur. Bu sözlerle insafsız ve hatta ahlâktan yoksun olan medya kamu oyunda onları mahkum edip haksız ve saldırgan göstermeye çalışıyor. Halbuki asıl saldırgan ve terörist olanlar, yüzyıllardır, hatta binlerce yıldır burada yaşayan ve bölgenin asıl sahipleri olan bir halkı ülkelerinden atmaya çalışan gaddar ve zalim Yahudilerdir. Kırk yıldır insan haklarını ihlal eden ve durmadan insanlık suçu işleyen bu Maymun ve domuzların torunları suçlarını ne zaman itiraf edecek veya onlar itiraf etmese bile dünya kamuoyu bu durumu ne zaman anlayacaktır. Taş atmaktan başka imkan ve silahı olmayan bu minik çocuklara en gelişmiş otomatik silahlarla saldıranlar mı militan? yoksa evi yıkılıp da okul kitaplarını evinin enkazı altında arayan o minik çocuklar mı militan ve terörist? Hiçbir güç dengesinin söz konusu olmadığı bu iki kesimin mücadelesi sürecek ama bu şartlar altında sürecek. Bir taraf en mücehhez ordu ve silahlarla saldırıyor, ev yıkıyor, çocuk öldürüyor, kadınlara zulmediyor ve ihtiyarları kurşunluyor, diğer taraf ise kendini savunuyor gibi cılız bir karşılıkla top, tank ve uçaklara sadece taş atabiliyor. Ama faziletli Rachel Corrie hariç hiçbir batılının kılı kıpırdamıyor. Sabra ve Şatilla’da, Cenin’de, el-Halil’de ve Ramallah’ta yapılan katliamlar birkaç kez Lübnan’da tekrarlandı. Ve en son insanlığın dıramı haline gelen Gazze katliamı tam bir soy kırımı oldu. 1400’den fazla şehid 6000 yaralı ile peygamber katili bir kavmin insanlık tarihine düşürdüğü kanlı ve utanç verici bir olaydır. Diğer taraftan hemen hemen her gün işgal edilmiş toprakların her noktasında küçük büyük çapta yapılan saldırılarla katledilen mazlum Filistinlilerin hukukunu kim koruyacak. Dünyanın her tarafından taşınıp getirilen Yahudilerin yerleştirildikleri yerler kime aittir? Diye soran olmayacak mı bir gün ? Aslında Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Ademden beri gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Bu miras nesilden nesile Allah’a itaat eden Salih kullara devredilmiş ve onlar buna sahip olmuşlardır. Allah bu kutsal toprakların daima Salih kimselerin yönetiminde kalmalarını irade buyurmuş, fasık ve zorbaların hakimiyetine geçen bu toprakların tekrar peygamberlerin veya peygamber mirasçılarının eline geçmesini istediğinden dolayı sık sık bu bölgeye peygamberler gönderip hep onları uyarmıştır. Hz.Musa’dan sonra gelen ve İsrailoğullarına mensup bir çok peygamber’in içinde Davut ve ardından Süleyman’ın gelip bu topraklarda Allah’ın şeriatıyla güçlü bir devlet olarak hükmetmelerinin sebebi budur. Davud öncesinde de Allah İsrailoğullarını tekrar küfre karşı cihad etme hususunda imtihan etmiş ve onlara Talut’u hükümdar olarak belirlemişti. Fakat yine itaat etmeyip isyan ederek bu mukaddes topraklar uğruna savaşmaktan kaçınmışlardı. İşte bütün bu olaylar çerçevesinde Davud ve Süleyman (a.s)’dan sonra bu kutsal mekan ve toprakların mutlaka mü’min ve muvahhidlerin yönetiminde olması gerektiğini anlıyoruz. Kâfir ve müşriklerin bu topraklar üzerinde velayet hakları olmamalıdır. Özellikle daha sonra Zekeriyya ve Yahya (a.s)’ı öldüren kitlenin bu topraklar üzerinde velayet hakkına sahip olamayacakları açıktır. Yahudilerin bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp “Git sen ve Rabbin savaşınız” diyerek bu kutsal mekanları korumaya yanaşmamalarının sonucu ellerinden alınmış, hatta bu fırsat ellerine birkaç kez geçmesine rağmen aynı isyan ve korkaklığı gösterdiklerinden dolayı artık bu mescid ve çevresi hakkında hiçbir sahiplik iddiasında bulunamayacaklarını Cenab-ı Allah onlara defalarca bildirmiştir. Buna rağmen çağımızda dünyayı fesada boğarak Filistin’i işgal edip bunca insanın kanına girmeleri, boşuna günah çıkartma gayret ve iki yüzlüklerinden başka bir şey değildir. Diğer taraftan Kudüs’ün son ve haklı mirasçıları olan Müslümanların da buradaki mescidi, Hz.Ömer zamanında İslam toprağı olmasından sonra iki kez başkalarına kaptırmış olmaları salahtan uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde yeryüzüne salih kullar mirasçı olurlar. Fakat salahı kaybedip İslam’a ve tevhide olan bağlılığı bırakıp yanlış yollara sapınca Allah’ın hikmetiyle bu kutsal mekanlar ellerinden çıkıp Buhtunnassır ve Romalıların eline iki kez geçtiği gibi Müslümanlar zamanında da kendilerinden daha zalim kavimlerin eline geçmiştir. Galiba Haçlı seferleri sırasında ve bu dönemde Mescid-i Aksa’nın, o gün Haçlıların ve bugün Yahudilerin eline geçmesinin hikmeti de Müslümanların İslam’a olan bağlılıklarını bu iki dönemde de kaybettiklerinden kaynaklanmaktadır. Böylece kutsal mekanlara salih kullar sahiplenirse kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temennimiz İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin gittikçe güç kazanması bu kutsal mekânların tekrar Allah’ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir. Bunun da ilk işaretlerinin görülmeye başlanmış olması bu ümidi daha da arttırmaktadır. İslam dünyasında gittikçe güçlenen Müslümanlar bir gün mutlaka işgal altındaki bu toprakları kurtaracak ve yeniden salih kimseler ve mü’minler yeryüzüne mirasçı olacaklardır. Korkak ve zillet vurulmuş Yahudiler Filistin’i boydan boya bölen utanç duvarını yapmalarının sebebi bu toprakların öte tarafında saklanmak içindir. Batı yakasında barınamayacaklarını anladılar da onun için bu duvarı inşa ettiler. Kırk yıldır süren bu işgale hayır demenin tam zamanıdır şimdi. Bütün bir İslam dünyasında bu suskunluk meş’alelerini yakıp tüm cihana bu işgale son verilmesi ve Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşturulması mesajını vermenin zamanıdır. Kudüs için hepimizin yapabileceği çok şey vardır… Bu kırk yıllık işgal sona ermeden İslam dünyasının başını dik tutması mümkün olamaz.

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0